Colette Günün Doğuşu’nda “Asıl aşk yaşanmayandır” diyor. Gerçi Colette’in aşk konusunda daha umutlu sözleri de var: “Sonu acı bitse bile her aşk mutluluktur.” Hangi romanından, hatırlamıyorum. Atilla Birkiye’nin yeni romanı On Kadın, Bir Hayal’i okurken Colette çıkageldi. Literatür Yayınları’nın verimi On Kadın, Bir Hayalduru bir dil, oyuncaksız bir anlatışla kaleme getirilmiş.
Hep merak ederim: Bir eseri yazarken yazar neler hisseder ya da bir eser niçin yazılır? Atilla Birkiye’ye dayanamayıp sordum. İncelik gösterip yanıtladı: “İki yıl önce Oktay Akbal’ın Batık Bir Gemi’sini yazacağım yazı için bir kez daha okumuştum; kitabın konusu, özellikle de bir cümlesi birden ‘aydınlattı’ zihnimi ve böylece bu romanın ‘sanatsal fikri’ doğdu. Daha öncesinde ne böylesine bir konuyu ne de bir roman yazma düşüncesi vardı.
Belki roman değil de, ‘anlatı’ ya da novella demek daha doğru. Yine o günlerde Dubrovnik’i görmek istiyordum, henüz vize yoktu; ama benim gibi yolculuğu, uçağı, dahası İstanbul’dan ayrılmasını sevmeyen biri için epeyce güçtü. Sanki bir ‘hayal’ olarak kalmaya yazgılıydı.
Aynı günlerde, dostum Adnan Özer bir gün beni görür görmez ‘Dubrovnik ile ilgili bir roman yazmalısın’ demez mi? Böylece Dubrovnik de romana girmiş oldu. Gerçi yeri çok fazla değildir, azdır; tabii ki İstanbul çok daha yoğun... Ve bu kez, karşılıksız aşkların kitabı On Kadın, Bir Hayal.”
Düşlerde kalmış aşklar da denebilir. Anlatıcının lise çağındaki o ilk aşkı birden geçmişe savuruyor okuru, hele ben yaştaki okuru. O günlerin coşkusunu, ürpertisini yeniden duyumsuyorsunuz; bir daha anmak istemediğiniz bir acı gibi. Birkiye hem bu acıyı çektiriyor hem de geçmiş günlerin gençliğini duyumsatıyor.
On Kadın, Bir Hayal yalnız Dubrovnik’e uğrayıp geçmiyor; Beşir Fuat’la Cahit Sıtkı arasında zikzaklar da çiziyor. Önce niye diye soruyorsunuz, sonra bu zikzakların yazınsal tadı hoşunuza gidiyor.
Şunu da eklemek isterim: Roman boyunca sürüp giden İstanbul görünümleri, bir pencereden görünen karşı sahil çok başarılı betimlenmiş, âdeta bir roman kişisi olup çıkmış...
Batık Bir Gemi üzerine...
Atilla Birkiye, On Kadın, Bir Hayal’e Batık Bir Gemi’den bir alıntıyla başlıyor. 1990’ların sonunda okumuştum Oktay Akbal’ın romanını; ‘yazmak’ olgusunu dile getiren bir roman. Akbal’ın romanındaki semtlerde dolaşıp durmuştum günlerce. Kâh Fatih tramvay caddesindeydim, kâh Bostancı’da, Boğaziçi’nde. Yazıda yaşatılmış bu yerler, üstelik benim göremeyeceğim yıllarda, benimle birlikte var olmuşlardı.
Orta yaşı aşkın anlatıcı ‘şimdi’yle ‘geçmiş’ arasında bir gelgittedir ve anılarla ödeşmektedir. İç içe insanlar, olaylar, öyküler, serüvenler, duygular, ayrılıklar, umutlar, bekleyişler, düşbozumları hep birbirine kenetlenir, hep birbirinden doğar, hep birbirini terk eder.
Suluboya resimler tadıyla okunan bir romandı Batık Bir Gemi.
Oktay Akbal’dan –güzelim öyküleri dışında- bir de Suçumuz İnsan Olmak’ı unutamam. Yalın anlatımıyla bu roman, edebiyatımızın en güzel aşk romanları arasındadır. Geçenlerde son sahnesini yeniden okudum: O ayrılış bir kez daha içimi sızlattı...
Halide Edib’in yazıları...
Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri (Can Yayınları) ve bu başlığın yanında Romen rakamıyla II. Kitap, Halide Edib’in geçmişte yazdığı, Türkçeye çevirmediği yazılarından oluşuyor. Titiz, akıcı bir çeviriyle Can Ömer Kalaycı kazandırmış dilimize.
Çok önemli bir kitap: Halide Edib’in tanıklık ettiği dönemlere ilişkin tarihî-siyasî görüşleri. Şaşırtıcı olan, Handan romancısının tarihî-siyasî yorum gücü. Sanki bugünü ya da bizi bugüne getiren sebepleri tahlil ediyor Halide Edib.
Doğrudan doğruya İngilizce asıllarından çevrildiği için bu yazılar yazarın otosansürüne uğramamış. Çünkü Halide Edib, Türk’ün Ateşle İmtihanı’nı (Can Yayınları) Türkçe yayımlarken bazı gözlemlerini, saptamalarını enikonu değiştirmiş. Aynı yöntem galiba “tesirler” kitabında da uygulanmış.
Tuhaf bir çalışmayla gerçekleştiriliyor Türk’ün Ateşle İmtihanı’nın çevirisi: Halide Edib çevirdiği cümlelerini Vedat Günyol’a ‘dikte’ ettiriyor. Vedat Hoca anlatmıştı: Yer yer, geçmişin acı anıları sebebiyle Halide Edib gözyaşlarına boğulurmuş ve çeviri çabası dakikalarca dururmuş...
Çevirmenin önsözünden alıntılıyorum: “Onunla aynı fikirde olunsun ya da olunmasın, insanda hayranlık uyandıran bir Türk aydını.” Gerçekten öyle. Uzun yıllardan beri Sinekli Bakkal’dan ibaret sayılmış/sanılmış Halide Edib’i tanımamıza olanak sağlıyor Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri II.
Sabahattin Eyuboğlu’nu anmak
Öyle demişti bir tanışım bana: “Kullanımdan kalkmış yazarlarla, kitaplarla niye uğraşıyorsun? Yakında kimsenin seni de okumayacağının farkında değilsin.” Geçen cumartesi Günışığı Kitaplığı’nın onca emek ve özenle düzenlediği, Işık Ortaokulu’ndaki eğitim seminerine giderken, eyvah! yine eski şeylerden söz açacağım diyordum. Neyse, sevgili katılımcılar bu eski şeylere ilgisiz kalmadılar. Eski yazarların, eski kitapların bendeki derin izini az buçuk dile getirebildim.
Sabahattin Eyuboğlu’nun sık sık yinelemekten kendimi alamadığım şu sözleri: “Yeni Türk sanatçısı eski biçimler dünyasını yeni değerlerle şenlendirecek, eski meyvalarda yeni lezzetler bulacaktır. (...) Geçmişi yaşatan yorumdur.”
Bu sözler, hiç değilse yirmi beş yıldır yolumu aydınlatıyor. ‘Kullanımdan kalkmış’ yazarların eserlerinden söz açarken, bir anlamda, bugüne, bugünün sorunlarına yol aldığımı düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki, sanat sezgisi yüksek Sabahattin Eyuboğlu’nu okumak, günümüzün düzeysizliğine şifa getirebilir...
http://kitap.radikal.com.tr/makale/haber/asil-ask-yasanmayandir-417218
Yorum yap