Araştırmacı Ari Çokona’nın ’20 Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri’ başlıklı kitabı, Literatür yayınevi tarafından raflardaki yerini aldı. Çokona'yla, 20. yüzyılda Rumların sosyal örgütlenmeleri, eğitimleri, meslekleri, sanat ve spora ilgileri hakkında bölümlerin yanı sıra okudukları gazete ve dergilere, dinledikleri müziklere, kurdukları derneklere yer verilen kitabı hakkında konuştuk
Araştırmacı Ari Çokona’nın ’20 Yüzyıl Başlarında Anadolu ve Trakya’daki Rum Yerleşimleri’ başlıklı kitabı, Literatür yayınevi tarafından raflardaki yerini aldı. Kitap, özellikle Rum yerleşimlerinin yalnızca Ege kıyılarından Kapadokya’ya uzanan alanda yer alması kanısını istatistiksel bilgilerle çürütürken, 100 yıl önce hangi bölgede ne kadar Rum yerleşimleri vardı, bölgedeki Rumlar hangi dili konuşurlardı gibi sorulara cevap veriyor. Ari Çokona’yla, 20. yüzyılda Rumların sosyal örgütlenmeleri, eğitimleri, meslekleri, sanat ve spora ilgileri hakkında bölümlerin yanı sıra okudukları gazete ve dergilere, dinledikleri müziklere, kurdukları derneklere yer verilen kitabı hakkında konuştuk.
Kitabınızı yazma sebebinden başlamak istiyorum. Bu kitapta okuyucuyu neler bekliyor?
Yüz yıl kadar önce Anadolu ve Trakya’nın kalabalık bir Rum nüfusu vardı. Tarihsel nedenlerle bu nüfus günümüzde birkaç bine kadar indi. Türkiye tarihinin bir parçası olan bu insanlar, arkalarında varlıklarının maddi kalıntılarını ve kültürlerini bıraktılar. Geride kalan her yerleşimin eskilere uzanan bir tarihi, her binanın, her okulun, her ibadethanenin bir adı, bir hikâyesi var. Bir şeyin adı unutulunca sıradanlaşır, özgünlüğünü yitirir. Bir şeyin adı unutulunca anısı da yavaş yavaş ölmeye başlar. Anıların unutulup gitmesine gönlüm elvermedi. Osmanlı Rumlarının yaşadığı köy, kasaba ve kentlere ilişkin bildiklerimi, araştırıp öğrendiklerimi kâğıda dökmek istedim. İstatistik tablolarında, yaşlıların anılarında, kitapların dipnotlarında sıkışıp kalan bilgileri bir araya getirmenin ilginç olabileceğini düşündüm.
Özellikle yerleşimlerin eski ve yeni adlarına, nasıl ve ne zaman kurulduklarına, kilise, manastır, şapel ve okullarının adlarına, kuruluş yıllarına odaklandım. Bu yerleşimlerin nüfusu, ekonomisi, sosyal hayatı, eğitim hayatı ve ilginç gelebilecek özgünlükleri hakkında bulduklarımı kaydettim. Her yerleşimde hangi dilin konuşulduğunu, halkının yerli mi olduğunu yoksa başka bir bölgeden göç mü ettiğini belirtmeyi de ihmal etmedim. Yerleşimlerin tarihine odaklanan bu çalışma, kaçınılmaz olarak buralarda yaşayan insanların hikâyelerine de değinmek zorundaydı. Kitapta Rumların sosyal örgütlenmeleri, eğitimleri, meslekleri, sanat ve spora ilgileri hakkında bölümler var. Okudukları gazetelere ve dergilere, dinledikleri müziklere, kurdukları derneklere de yer veriliyor.
Türkiye’de insanlar Rum nüfusunun ağırlıklı olarak Ege kıyılarından Kapadokya’ya uzanan alanda yer aldığı fikrine sahip. Ancak kitabınızda bu nüfusun doğuya doğru da varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Siz bu bilgi eksikliğini nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında genel kanı gerçeklere pek de uzak değil. Rum nüfusun geleneksel yerleşimleri Trakya, Marmara Denizi’nin güneyi, Ege ve Akdeniz kıyıları, Batı ve özellikle Doğu Karadeniz ile İç Anadolu’dadır. Bu bölgelerde kiliseleri, okulları, hastaneleri ve dernekleri ile aktif bir sosyal hayatı olan cemaatler halinde örgütlenmişti. Bu bölgeler dışındaki Rumlar son yüzyıllarda yoğun nüfuslu bölgelerden göç ederek yerleştiler. Örneğin, Doğu Karadenizli Rumlar madencilikte uzmanlaşmıştı. Doğum yerlerinden tamamen kopmadan maden ocaklarının yakınlarına yerleşiyor, madenleri işletiyorlardı. Toprak ağaları, çalışkan ve barışsever olarak tanındıklarından Rum çiftçileri özellikle çağırıyor, topraklarında kalmaya teşvik ediyordu. 1878 Berlin Antlaşması’yla Ruslara terk edilen Batum, Kars ve Ardahan’ın ilk Rus valisi Tümgeneral Viktor Frankini, 1879 tarihli bir raporunda, Rumların çiftçilik ve zanaatlarla uğraşan, uysal, itaatkâr ve çalışkan bir halk olduğunu yazar. Hiçbir siyasi emelleri bulunmadığını vurgulayarak, vilayetin Hıristiyanlar dâhil diğer halklarına karşı denge unsuru olarak kullanılmalarını önerir. Rum nüfus bu şekilde daha geniş alanlara yayıldı.
Ticaretle uğraşmak ve yükseköğretim gerektiren doktorluk, eczacılık, mimarlık ve avukatlık gibi meslekleri yapmak üzere bireysel bazda Anadolu’nun iç kesimlerine yerleşenler de zamanla küçük cemaatler oluşturdular. Bir de ‘görünürlüğün’ artması diye adlandırılabilecek bir olgu var. Tanzimat ve özellikle Islahat Fermanı’ndan sonra yaşam koşulları iyileşen Rumlar cesaretlenerek 19. yüzyılın sonlarına doğru toplumsal hayata daha çok katılmayı, daha görünür olmayı tercih ettiler. Asırlar boyunca göze batmamaya çalıştıktan sonra birdenbire gün yüzüne çıkmaları Rum toplumunun tarihini bilmeyenleri şaşırtabilir.
Kitabınız, Türkiye’yi anlamak açısından değerli bilgiler içeriyor. Bu bilgileri görsellerle desteklemek mümkün müydü?
Bu kitap aslında bir kartpostal albümünün metinlerini oluşturmak amacıyla yazılmaya başlandı. Benden 25–30 bin kelimelik bir metin istenmişti. Ama verilen boyutlara sadık kalmaya dikkat ettiğim halde metin 100 bin kelimeyi aştı. Bu arada kartpostal kitabına sponsor bulunamadı ve proje beni üzecek kadar gecikti. Kendi imkânlarımla başka görseller aradım, ama her seferinde bir sorun çıktı ve sonunda kitabı bu şekliyle yayımlamaya karar verdim. Türkiye çok hızlı değişime uğruyor. Kitapta bahsi geçen binaların, kurumların, hatta yerleşimlerin çoğu arkalarında hiçbir iz bırakmadan yok oldular. Onları görsellerde yaşatmak çok iyi olurdu. Ama isimlerini, tarihlerini ve onları meydana getiren insanları kaydedebilmiş olmak da beni mutlu ediyor. Günümüzde moloz yığını olan bir binanın sadece bir ‘Rum okulu’ değil, ‘Kydonia Akademisi’, ahır olarak kullanılan bir yapının sadece bir ‘Rum kilisesi’ değil, ‘Profitis İlias Kilisesi’ olduğunu bilmek, bence, anısını yaşatmada etkili olabilir.
Kitap yayımlandıktan sonra birkaç Yunan yayınevi ve dernek Yunanca baskısına talip oldu ve hepsi de anlaşmış gibi görseller bulmayı teklif etti. Belki de görseller Yunanca baskının kısmetidir.
Anadolu, tarihsel anlamda Asya kıtasının en batısında Karadeniz, Akdeniz ve Ege denizi arasında kalan bir dağlık yarımada olarak kabul ediliyor. İsmail Beşikçi, Anadolu’nun sınırını Kapadokya'ya kadar tanımlıyor. Milli Eğitim okul kitaplarında ise, Türkiye'nin sınırlarını kapsayacak şekilde ele alınıyor. Siz Anadolu'yu nasıl tanımlıyorsunuz? Hangi tanımı esas alıyorsunuz?
Anadolu, doğu anlamına gelen Yunanca ‘anatoli’ kelimesinden türetilmiştir. VII. yüzyıl ortalarından itibaren Bizans İmparatorluğu’nun idari bölümlerinden biri ‘Anatolikon thema’ adını taşıyor, ‘Kapadokya thema’sının batısından başlayarak kabaca İç Anadolu’nun orta ve batı kesimlerini içeriyordu. İdari bölümün merkezi olan Amorion şehri, Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesinin Hisarköy köyüne yakındı ve Ezop’un memleketi olarak biliniyordu. Osmanlı döneminde, aynı bölge batıda Ege sahillerine ve kuzeyde Karadeniz sahillerine kadar genişletilerek 233.114 km2 yüzölçümlü ‘Anadolu Eyaleti’ni oluşturdu. 1393’te kurulan eyaletin merkezi Ankara, 1451’den sonra da Kütahya idi. Anadolu Eyaleti, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, yani Vaka-i Hayriye’nin ardından Aydın (İzmir), Hüdevandigar (Bursa), Kastamonu ve Ankara olmak üzere dört eyalete bölündü.
Etimolojik ve tarihsel anlamda küçük bir bölgeyi tanımlayan Anadolu terimi günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin Asya’daki topraklarını tanımlamaktadır. Ben de herkes gibi Anadolu kelimesinden bunu anlıyorum. Aynı bölge Yunan kaynaklarında Küçük Asya (Mikra Asia) terimiyle tanımlanır.
Günümüzde İmroz, İzmir, Antakya ve İstanbul dışında bir Rum toplumundan bahsetmek mümkün müdür?
1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’yla Batı Trakya’daki Türklerle, İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada Rumları dışında, Anadolu ve Doğu Trakya’daki Rumlar ile Yunanistan’daki Türklerin mübadele edilmeleri kararlaştırıldı. Mübadeleye tabî olacak azınlıklar da dinî inançlarına göre tespit edildi. Rum nüfusa 1939’da Türkiye’ye katılan Hatay’daki Rum Ortodokslar da eklendi. Son yıllarda, İzmir’e sonradan yerleşenler de burada küçük bir cemaat oluşturdu. Türkiye’deki Rumlar zaman içinde azalarak günümüzde sayıları birkaç bine kadar indi ve hemen hemen tümü sözünü ettiğiniz bölgelerde yaşıyor.
Kitabın redaksiyon ve editoryal çalışmasını kim üstlendi?
Aktarılan her bilgiyi birkaç kaynaktan doğrulamaya çalışmakla birlikte, çok geniş bir coğrafi alanı kapsayan böyle bir çalışmanın birçok eksiklik taşıması kaçınılmazdır. Verdiğim rakam, isim ve tarihleri birçok farklı belgeden aktardığım için her birinin kaynağını ayrı ayrı belirtmek çalışmanın hacmini çok artıracaktı. Bunun yerine, kitabın sonuna geniş bir kaynakça ekledim. Ancak bu şekilde hazırlanan bir kitabın kaynaklarına ulaşıp düzeltmeler yapmak çok zordur. Literatür Yayıncılığın değerli editörleri daha çok dile ve imlaya müdahale ettiler. Kitapta bulacağınız eksik ve hatalar tamamen benden kaynaklanıyor. Bunlara ilişkin okur ikazlarını da kitabın yeni baskılarında dikkate alacağım.
Müslümanlaşan Rumlar
Bazı bölgeler için Kürtçe, bazı bölgeler içinse Arapça konuşan ve anadillerini kaybeden Rumlardan bahsediyorsunuz, aynı şekilde topluca Müslümanlaşan Rum yerleşimleri de var mı?
Kitabın konusu 20. yüzyıl başlarındaki Rumlar. Bu yüzden ihtida olgusuna odaklanma ihtiyacını hissetmedim. Ama bu konuyu ele alan, ayrıntılı bilgiler veren çok çalışma var. Mübadil göçmenlerin tanıklığına göre, Sinop’ta köy papazı ile birlikte 1915 gibi geç bir tarihte topluca İslamiyet’e geçen bir köy tespit ettim. Kapadokya’da bazı Rumların Müslüman köylerinde atalarından kalma mülklere sahip olmaları da yakın tarihlere kadar İslamiyet’e toplu geçişlerin olduğunu gösteriyor. Genelde din değiştirenler kendilerini kabul ettirebilmek için yeni dinlerine sıkıca sarılırlar, eski dindaşlarına uzak dururlar. Ama bazıları da eski dinlerinin gereklerini gizlice yerine getirmeye devam ederler. Doğu Karadeniz’de görünürde Müslüman olup gizlice Hıristiyan kalan Rumlar Kriptohristianoi, Klostoi, Kromlu, Stavrinli ya da Tenessür Müslümanı adlarıyla biliniyorlardı. Islahat Fermanı’yla şeriatın öngördüğü İslamiyet’ten dönenlere verilen ölüm cezası kaldırılınca gizli Hıristiyanlardan bazıları kayıtlara resmen Hıristiyan olarak yazılmak istedi. 1857’de Trabzon’un Cevizlik kasabasında kurulan ve yabancı elçiliklerin temsilcilerinin de katıldığı bir kurula, İngiltere’nin Trabzon Konsolosluğu’nun tanıklığına göre 24 bin gizli Hıristiyan başvuruda bulunarak Hıristiyanlığa geri döndü. Bu durumda, Osmanlı yasalarına göre bütün Hıristiyanlar gibi cizye vergisi vermeleri ve sadece Müslümanların çağrıldığı askerlikten muaf olmaları gerekiyordu. Yetkililer geri dönüşleri asgari miktarda tutmak için bu kesime askerlik muafiyeti tanımadı. Bunun üzerine, askerlikte misillemelere tabî tutulma korkusuyla bu yeni Hıristiyanların çoğu Rusya’ya göç etti.
Yorum yap