Nefes nefese kaldım. Arkasından koşuyorum, bir ileri bir geri gidiyorum, yeniden dönüyorum, tam bir ucunu yakalıyorum, öteki ucu bana göz kırpıyor, öteki uca yaklaşırken beriki kaçıyor, kovalıyorum, yetişiyorum, yakalıyorum, çözüyorum, bağlıyorum... Kahkahalar atıyorum, şaşıyorum, gülüyorum, kalbim sıkışıyor, yok artık diyorum, itiraz ediyorum, yeniden yeniden şaşıyorum, öğreniyorum, ipin ucunu kaçırmayayım diye daha hızlı daha hızlı gidiyorum, hayır hayır tam tersi, çabuk bitmesin diye yavaşlıyorum, dalıyorum, çağrışımlara kapılıyorum, kanatlanıyorum, yine şaşıyorum... Evet, soluk soluğayım...
Orkestra şefi Umur
Yukarıdaki satırları okurken, yürüyüş, koşu, spor vb. yapıyorum sandıysanız, yanıldınız. Sadece kitap okuyorum. Umur Talu’nun “Senin Adın Corona Olsun” adlı yeni çıkan kitabını. (Literatür Yayınları)... Alt başlık: “İnsanlığın Salgın Maceraları”...
Ortaçağda, 1918-20’de 50 milyon ölüme neden olan İspanyol gribinden günümüze tarihten coğrafyaya, psikolojiden sanata, edebiyattan sinema ve müziğe, doktorlardan sanatçılara varan bir uzamdayız... Savaşlar, zaferler ve yenilgiler arasında, toplumsal olaylarla sanatsal yaratıcılıklar arasında, insanlar ve olaylar arasında, alçaklıklar ve harikuladelikler arasında bağlar, bağlantılar kurarak bize hiçbir şeyin rastlantısal olmadığını da gösteriyor yazar.
Cemil Topuzlu’dan Türkan Saylan’a, Covid-19’dan yitirdiğimiz ilk doktor Cemil Taşcıoglu’na, Hitler ve Mussolini’den Josephine Baker, Brigite Bardot’ya, Paris komününden Marx’tan, Gramci’den Karel Çapek Beckett’e, Paganini’den, Gustave Klimt’ten Trump’a... Binlerce insanı, olayı buluşturduğu eşsiz bir yolculuk...
Umur Talu, “Tarihçi değilim, bilim insanı değilim, doktor değilim, edebiyatçı da değilim. 40 yıl gazetecilik yaptım” dese de bence o, bu kitapla nasıl muhteşem bir orkestra şefi olduğunu ortaya koyuyor. Bakışını yönelttiği, “dokunduğu” her insan, toplumsal her olgu, ses veriyor, ufuk açıyor, birbirini tamamlıyor; hayatı, yaşamı daha iyi anlamamızı; dünden yarına köprüler kurmamızı sağlıyor. Yani mutluluk veriyor.
Savaşları önlemek
“Senin Adın Corona Olsun”u okurken, dünyada günümüzdeki salgından 1 milyon insanın öldüğü açıklanıyordu.
Bir virüs tüm dünyayı etkilerken, yaşam biçimlerimizi, tüm alışkanlıklarımızı değiştirirken... Başta doğayla olmak üzere, aileyle, dostlarımızla, tanıdıklarımızla, yaptığımız işle tüm ilişkilerimizi gözden geçirtirken... Bilinmezlik, ekonomik çöküntü, işsizlik, eğitimsizlik ve yarın ne olacak endişesi her zamankinden daha ağır basıp üzerimizdeki ruhsal baskılar daha da artarken... Ve de Orhan Bursalı’nın yazısından “Korona aşısını zengin ülkelerin çoktaaaaan kapattığını; Türkiye’de en erken bir yıl sonra” edinebileceğimizi (inşallah diyerek) öğrenmişken... 30 yıldır çözülemeyen Dağlık Karabağ savaşı gelip kapımıza dayandı.
Emperyalist güçler burada kozlarını paylaşmaya çalışadursun, sayısız Ermeni ve Azeri vatandaşımızı düşünerek de Türkiye Cumhuriyeti’ne ancak ve ancak tek rol yaraşır: Daha fazla şiddeti önlemek. Çünkü aslolan hayattır.
Yalnızca analar ağlar
Savaşların eşiğinde, “Adın İnsanca Yaşamak Olsun” diyerek sözü, geçerliliğini hiç yitirmeyen Bertolt Brecht’in “Yalnızca Analar Ağladı” adlı şiirine bırakıyorum. (Turgay Fişekçi’nin Türkçesiyle:)
“Akşam savaş alanına çöktüğünde / Düşmanlar yenilmişti / Telgraf tellerinin tınıları / Haberi uzaklara taşıdı.
Dünyanın bir ucunda için için yandı / Bir haykırış, gökkubbede parçalanarak/
Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan / Ve esrik göğü aşan. /Bin dudak ilençle soldu/
Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.
Dünyanın bir başka ucunda/ Bir sevinç, gökkubbede parçalanarak / Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık / Rahat bir soluklanma, gerinme/ Bin dudak eski bir duayı söyledi / Bin el inançla birleşti.
Gecenin geç saatlerinde / Sayıyordu telgraf telleri / Savaş alanında kalan ölüleri
O zaman dost ve düşman sessizleşti.
Yalnız analar ağladı / Her iki yanda.”
Yorum yap